14 Eylül 2012 Cuma

Karamsarlığın Öyküsü

   Zaman zaman hepimiz karamsarlığa kapılırız. En çok da hayatımızda bir şeylerin yolunda gitmediği dönemlerde... Yaşam koşullarının zor olduğu hepimizin belli bir yaştan sonra, kişiden kişiye de değişiyor bu yaş meselesi, öğrendiği bir gerçek. Aslında günlük yaşantımızda pek çok sorunla karşılaşıyor ve belki de bunların pek çoğunun üstesinden geliyoruz. Esas sorun halledemeyeceğimiz sorunların karşımıza çıkması. 

   Bu dünyada adaletin olmadığını öğreneli uzun zaman olmadı. İnsanların bu yüzden, yani dünyada adaletin olmadığını gördükleri için öldükten sonra bir dünya yarattıklarını düşünüyorum. Adaleti öteki dünya dedikleri, öldükten sonraki cennet ve cehennemlerinde arıyorlar. Bu dünyada adaletin olmadığını bildikleri halde dünyayı yaratan tanrılarının adil olduğuna inandırılmışlar. Belki aralarından bazıları adil olmadığını düşünüyordur ama korkuyordur düşündüklerini dile getirmeye veya düşünmeye. Küçük çocukluğundan beri tanrıları hakkında kötü şeyler düşünmemesi gerektiği öğretilen ve korkutulan insanlardan çok şey beklememek ve anlamak lazım sanırım. 

   Karamsarlık diyorduk değil mi... Hay aksi gene araya bir şeyler girdi. Konuyu dağıttık azıcık. Toparlayalım hemen. Bazı insanlar vardır hayatlarının çoğunu karamsar bir şekilde yaşarlar. Adeta ruhlarına işlemiştir karamsarlık. Felaket tellalıdır onlar. Ne sevdikleri ne de sevenleri vardır şu dünyada. Onları da anlamak lazım. Yaşadığımız dünyanın koşulları insanları karamsarlığa sürüklüyor. Hepimizi bir şeylere takıntılı hale getiriyor.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Ramazan Ayı ve Oruç

   Bilindiği gibi Ramazan ayında müslümanlar oruç tutarlar. Yani belirli bir zaman diliminde yeme, içme, cinsel münasebette bulunmaktan kaçınırlar. Bu ayın dünyada özellikle de çoğunluğun müslüman olduğu toplumlarda anlamı farklıdır. İnsanların hayatında birşeyler değişir. Oruç tutmuyor veya müslüman değilseniz bile bu değişikliği hissedersiniz. 

   Alkol kullananların bir bölümü ramazan ayı boyunca alkol kullanmaz. Nedenini anlayabilmek kimilerine göre güç olsa gerek. Belki biraz da saçma... Dini ritüellerde bir artış görülür. İnsanlar daha fazla tapınmaya başlar. İftar yemekleri verilir. Ramazan pidesi denilen farklı bir ekmek türü ortaya çıkar. İnsanlar akşamları teravih namazı denen namazları kılarlar. Bazıları şimşek hızında kılar(veya kıldırır). İnsanlar büyük bir heyecan ve sabırla akşam ezanının okunmasını bekler. Top atılır akşam ezanından önce. 

6 Temmuz 2012 Cuma

Bir Ebeveyn Olmak

   Küçük çocukluğumdan beri bir aile kurup çocuk sahibi olmaya pek sıcak bakmamışımdır. Aile ortamımın pek de mutlu olmadığından mıdır bilinmez. Çevremde tanıdığım ebeveynlerin çoğunun bu konuda pek de iyi olmadığı düşünüyorum. Neden çocuk sahibi olmak istiyorlardı. Bir sürü psikolojisi misali çevresindeki insanların çocukları olduğu için mi? Yoksa çocukları çok sevdiklerinden mi? Belki de çocuklar da yetişkinlerin birer oyuncağıdır. 

   Herkesin çocuğu olmak zorunda mı? Herkes iyi bir anne baba olabilir mi? Bu sorumluluğa sahip olabilir mi?   Bu sorular epey bir zamandır aklımı kurcalıyor. Çocuk yapmalı mıyım? İyi bir baba olabilir miyim? Bütün bunlar geleceğe yönelik kaygılarımın bir bölümü. 

   Babamın kötü bir baba olduğunu düşünüyorum. Babalık konusunda pek iyi değil. Aslında bu bana has bir şey değil sanırım. Babalar annelere kıyasla genellikle daha kötü ve sorumsuz bir ebeveyn oluyorlar. Bazen ailemi beni bu dünyaya getirdikleri için suçluyorum. Bazen de iyi birer ebeveny olamadıkları için... Her şeye rağmen bana bu hayatta vermiş oldukları maddi ve manevi destek onlara karşı duyduğum öfkemi dizginliyor. Sanırım minnet duygusundan dolayı.

   Bir gün çocuğum olacak mı bilmiyorum ama eğer olursa elimden geldiğince ona iyi bir baba olmaya çalışacağım. Onu yaşamın zorluklarına hazırlayacak ve kötülüklerine karşı koruyacağım.

   

29 Haziran 2012 Cuma

Bir Dinsizin Öyküsü

   Hiçbir tanrıya, dine, peygambere ve kutsal kitaba inanmıyordu. Din adına söylenen her söz ve ritüel onu rahatsız ediyordu. Halbuki yaşadığı toplumun çoğunun inandığını söylediği bir dinin peygamberinin adını taşıyordu. Dindar bir ailede büyümüştü. Hayat onu zamanla bu hale getirmişti. 

   Kendini çoğu zaman arafta hissediyordu. Dindar ailesi ve adı ile yaşamak istediği dinlerden uzak hayat arasında sıkışıp kalmıştı adeta. Ne kadar yaşam tarzını değiştirmeye çalışırsa çalışsın kayda değer bir mesafe kat edemiyordu. Önce para kazanması gerektiğini düşünüyordu. Kendi ayakları üzerinde durmalıydı. Bir asalak misali ailesine bağlı olmamalıydı. Daha sonra da adını değiştirmek istiyordu. İstediği gibi bir hayat yaşayabilmesi için bunlar şarttı. Bunu anlaması yıllarını almıştı. 

   İstediği gibi bir hayat yaşayabilecek miydi bilmiyordu ama hayatını buna adamıştı. Hayatının bir bölümünü boşlukta geçirmiş ve yaşam amacını aramıştı. En sonunda bulmuştu. Bu onu hayata bağlıyordu. Nasıl bir hayat yaşamak istediğine dair ayrıntılı bir şeyler yoktu kafasında ama ana hatlarıyla belliydi. İstediği bazı şeyler diğer insanlarınki gibiydi. Ev araba gibi sıradan şeyler mesela... Çok da fazla bir şey istemiyordu. Zengin olma hayallerini bırakalı çok olmuştu. Artık kendisini daha iyi tanıyordu. Büyük işler başarabilecek birisi olduğunu düşünmüyordu eskisi gibi. Hedeflerini küçülttü bu yüzden... 

   Din adına insanların yaptıkları onu dinsiz yapmıştı. Dinin insanların beynini uyuşturan bir afyon olduğuna inanıyordu. Ailesine ve dindar insanlara karşı içinde, yüreğinin derinliklerinde bir öfke besliyordu. Bu duygudan her ne kadar kurtulmaya çalışırsa çalışsın bir türlü kurtulamıyordu. Hep aynı düşünceler ve öfkeleri hissediyordu. Arzu ettiği gibi bir hayat yaşayamadığı için tanrıları ve ailesini suçluyordu. Kaderine lanet okuyordu. İsyankar olmuştu tanrılara karşı. 

27 Haziran 2012 Çarşamba

Staj Yapmak

   Çoğumuz belki de hayatımızda en az bir kere staj yaptık veya yapacağız. Bazılarımız yazın tatilde bazılarımız ise okula devam ederken yapıyor. Zorunlu bir uygulama... Amaç da malum öğrencilerin iş hayatına alışmasını sağlamak. 

   Her şey staj yapacak bir yer aramakla başlıyor. Bazen bazılarımıza kolay olmuyor staj yapacak bir yer bulmak. Başvurduğumuz pek çok yerden olumsuz cevap alabiliyoruz. Benim açımdan pek de zor olduğunu söyleyemem. Bu konuda şanslıyım sanırım. Kimimiz stajını naylon yapıyor. Yani staja gitmeyip de kağıt üzerinde gitmiş gibi gösteriyor. Kimimiz ise stajına önem verip iyi bir yerde staj yapmaya çalıyor. Günümüzde artık yurt dışında staj olanakları da var. 

   Staj yaptığınız ortam önemli. Tabi insanlar da... Benim şansıma ikinci stajımdaki ortam daha iyiydi. Bazen staj yaptığımız yerde pek de sevmediğimiz şeyler yapmak zorunda kalabiliyoruz. Mesela fotokopi çekmek gibi veya çay, kahve taşımak... Bu konuda da şanslıyım sanırım. Gerçi ilk stajımda ben de bunları yapmak zorunda kalmıştım. Elbette iş hayatına dair de pek çok şey öğreniyoruz. Mesleki gelişimimize de az çok katkısı olduğuna inanıyorum. 

   Staj yapmanın en son evresi staj defterini doldurmak ve imzalatıp mühürletmek. Çoğumuzun pek de yapmak istemediği bir şey. Staj sonuçları da önemli çünkü bazen yaptığımız staj kabul edilmeyebiliyor veya eksik kabul ediliyor. Benim ilk stajımın 20 günü kabul edilmişti mesela. Halbuki toplamda 30 iş günüydü. Tabi   ben 1 hafta gitmiştim. Normalde de zaten 2 hafta yaptırıyorlardı fakat ben kendime iş bulduğum için izin istedim. Onlar da kabul ettiler. 

   Staj yapmak konusundaki yaşadıklarımı ve düşüncelerimi staj yaptığım şu günlerde bu sayfada paylaşmak istedim. Staj yapan herkese kolay gelsin diliyorum. Umarım staj yaparken pek zorlanmazsınız ve yaptığınız staj kabul edilir :)

25 Haziran 2012 Pazartesi

Bugün Okul Var

   Okullar... Hayatımızın önemli bir parçası... Ömrümüzün önemli bir kısmını harcadığımız yer... Yeni şeyler öğrendiğimiz, duygu ve düşüncelerimizi paylaştığımız bir mekan... Eğitimcilerin ve siyasetçilerin genellikle övgüyle bahsettiği yerler. Herkesin gitmesi gereken bir yer... Bazen zorla götürülen bazense teşvikle... Belki de çoğumuzun hayatımızda karşılaştığı ilk kalabalık, ilk sosyal ortam.

   Günümüz dünyasında artık devletlerin kontrolünde okullar. Ya eğitim doğrudan devlet okulları aracılığıyla verilmekte veya özel eğitim kurumlardaki müfredat devlet eli ile belirlenmektedir. Ortaçağın dünyasında dini kurumların konrolündeydi muhtemelen. Avrupa'da kilisenin, müslüman dünyada ise medreselerin... 

   Verilen eğitim devletlerin ideolojisiyle belirleniyor. Türkiye'de Kemalizm eksenli, İran gibi ülkelerde ise şeriat... Devletler okullar vasıtasıyla kendi ideoloji, din ve ahlak anlayışlarını çocuklara ve gençlere empoze etmekte. Hangi dine inanacağımıza, nasıl düşüneceğimize onlar karar veriyor. Bize bu konuda pek de özgürlük tanımıyorlar. Belki de özgürlüğün geçer akçe olduğu ülkelerde durum biraz daha farklı olabilir. 

   Okulun insan hayatına kattığı elbette ki pek çok şey var. Sosyalleşmek bunların en önemlilerinden birisi sanırım. Yeni şeyler öğrenmek, analitik düşünme yeteneği kazanmak ve daha sayamadığımız pek çok şey. Artıları mı daha fazladır eksilerimi bilinmez lakin gidenlerin pek de memnun olmadığı aşikar. Kar yağdığında okulların tatil olmasını hangimiz umut etmiyor ki... Kaçımız okullara isteyerek ve severek gidiyoruz? Çoğumuz gerçekten de okullara severek ve isteyerek mi gidiyoruz? Hiç zannetmiyorum. İşin ilginç yanı bütün bunları hepimiz biliyoruz ama nedense siyasetçiler ve eğitimciler bunları bir sorun olarak görmüyorlar. 4+4+4, başörtüsü yasağı, imam hatipler, kat sayı, sınavlar... Bütün bunlar onların ilgisini daha çok çekiyor olmalı. 

   Bir de okullarda öğrendiklerimizin ne kadarını günlük hayatımızda veya mesleki hayatımızda kullanıyoruz? Ben şu ana kadar öğrendiklerimin çoğunu kullandığımı söyleyebilirim. İlerde kullanacağımı da zannetmiyorum. Eğitim sistemi şöyle çalışıyor olmalı : "Canım öğrensinler işleri ne ilerde lazım olur belki. Üstelik fazla bilgi göz çıkarmaz." Eğitimcilerin bu konuları ders edinmemeleri normal. Okullar ne kadar değerli olursa eğitimciler de o kadar değerli olur haliyle. Okulların kapandığını düşünsenize. Bütün eğitimciler işsiz kalır. Eğitimcilerin bu işten nemalandıkları aşikar. Neden okulları kötülesinler ki? Elbette herkesin okuması gerektiğinden, okumanın faydalarından söz edecekler. Siyasetçilere gelince sanırım onlar da sidik yarıştırma derdindeler. Daha fazla okursak daha fazla gelişiriz veya bizim ülkemizde okul okuyan insan sayısı sizinkinden daha fazla diyerekten bir yarış içerisinde olmalılar.

Tabularımız

   Günümüz dünyasında hemen hemen hepimizin birer tabusu var. Söylemeye, dokunmaya veya yapmaya cesaret edemediğimiz kutsal yasaklarımız. Bunlardan bilinenlerden biri de "cin" kelimesinin söylenmesidir. Bu kelimenin söylenmesinden kaçınılır. Söylendiğinde, söyleyen kişiye cinlerin musallat olunacağından korkulur. Cin demek yerine "üç harfliler" denir. 

   Bazı kişiler de kutsallaştırılmıştır. Onların aleyhinde söz söylemek de adeta suç sayılmıştır. Hatta kanunlarla koruma altına alınmıştır. Türkiye'de Atatürk veya Hz. Muhammed bunlardan sadece birkaçıdır. Aslında kutsal olarak kabul edilen kişiler ülkeden ülkeye de değişmektedir. Atatürk Türkiye'de saygı duyulan ve sevilen birisiyken Türkiye dışında pek çok yerde tanınmamaktadır. Tanıyanlar da Türkiye'deki insanlar kadar sevip saygı duymamaktadır. Hz. Muhammed ise Atatürk'ten daha büyük bir tabudur. Hayatının anlatıldığı çağrı filmini hatırlayın. Filminde görüntüsü bile verilmemektedir. Resmini veya heykelini yapamazsınız. Bunlar birer tabudur.

   Aleyhinde söz söyleyemediğimiz insanların gerçekte nasıl kişiler olduğunu anlayabilir miyiz? Onlar hakkında gerçekçi fikirler edinebilir miyiz? Bir de minnet duygusuyla yetiştirilme var tabi. "Atatürk olmasaydı köle pazarında köle olarak satılırdık" tarzı bir edebiyat bu ülkede yıllardır yapılmaktadır. Gerçekten de Atatürk olmasaydı şu anda bulunduğumuz durumdan daha kötü bir durumda mı olurduk bilemiyorum. Öyle olsa bile bu Atatürk'ün söylediği veya yaptıklarını eleştirip sorgulamamıza engel mi? Atatürk şu anda olsaydı bu duruma ne derdi bilmiyorum ama ben Atatürk'ün yerinde olsaydım herhalde insanların beni böyle tabulaştırmasını istemezdim.

22 Haziran 2012 Cuma

İnsanın Sessizliği

   Bazen çevremizdeki insanların sesi kısık gelir. Bazen bu durum bizde de olur. Bir sağlık sorunumuz yoksa eğer bunun bazı nedenleri vardır. Kendimizi iyi hissetmememiz en önemli neden olabilir veya yabancı bir ortamda bulunmamız... Kendimize güven duymadığımız zamanlarda da sesimiz pek çıkmaz. İnsanlarla tanıştıkça ve kaynaştıkça sessizliğimiz azalır. Artık daha sık konuşmaya, gülmeye hatta espiri yapmaya bile başlarız. 

   Dünyada bulunduğumuz konum sesimizi de etkiliyor olmalı. Zengin ve güçlü insanların sesi hep yüksek çıkıyor. Mesela siyasetçiler... Özellikle de miting meydanlarında sesleri ne kadar da gür çıkıyor. Bir de mecliste... 

   Hepimiz zaman zaman kafayı dinlemek için sessiz, sakin ortamları arıyoruz. Hafta sonları veya tatillerde şehrin gürültüsünden uzaklara koşuyoruz. Çoğu zaman da huzuru doğanın sakin kollarında buluyoruz. Bazen de kulağa hoş gelen bir müzikte... Ruhun gıdası misali tedavi ediyor sanki bizi... Hoşumuza gitmeyen müziklerse tam tersi kapı gıcırtısı gibi geliyor. Neşemizi çarçabuk kaçırıveriyor.